MacBook Pro M2 13” İle İkinci Günüm
Merhabalar! Instagram kullanıcı adımı değiştirdikten sonra artık şu blog işine bi el atayım istedim ve yeniden...
Geçen sene bu vakitler, geceleri sabaha karşı 4-5 gibi uyurdum. Hatta bazı geceler hiç uyumazdım, çocuklar okula gitmek için kalkarlardı, beraber kahvaltı yapardık, öyle yatardım. Tütün içerdim. Tütün benim gibi sık sigara içen biri için hiç de iyi bir şey değil. O acayip tat tıkanır durur boğazınıza. Bi de benim gibi takıntılıysanız, dudağımda tütün parçacıkları mı var diye yalanıp durabilirsiniz. Neyse.
Herkes uyuduktan sonra bana kalan sessizlik, otomatik açılan kapanan holdeki sarı ışık, ufak penceresinden sert rüzgar seslerinin girdiği tuvalet, sık sık dolan kül tabağım, elektrikli sobam, su bardağım ve en büyüğünden sürahim.. Ve en önemlisi, telefonun diğer ucunda her gece vaktini benimle tartışarak geçirmeyi hedefleyen sevgilim.
Buraya ilk taşındığımız günü hatırladım birden. İstanbuldaki evi terkedişimi. Boş odada birkaç gün daha kalabilmeyi. Odaya bir not bırakıp, günün birinde bir akşam otobüse atlayıp tüm şehri terketmeyi.
Buraya ilk taşındığımız zamanlarda günlük tutardım. Hatta ufaktan bir yazı dizisi de yazmaya başlamıştım. Tabi o zamanlar tek başına değildi ruhum. Düşünebiliyordu ilerisini. O zamanlar tek acım İstanbul’du. Ve İstanbul’umun en güzel manzarası, onun gözlerinden uzak oluşum.
Hala da bu huyum var gerçi ama, o zamanlar aileme ve etrafımdakilere karşı hep eğlenceli tarafımla yaklaşırken içimdeki üzüntüleri bir bir yazardım bir kenara. Şimdi tek farkı, yazmamam. Ya da yazamamam.
Kısa İstanbul ziyaretlerim geldi aklıma. Sabahın beş buçuğunda Esenler otogarında aç karnına içtiğim çay ve sigaralar. Beklediğim Şişli/Çağlayan servisleri. Zaman öldürdüğüm Çağlayan Simit Sarayı. Ve çok özlediğim sevgilim. Ve tabi Kubilay. Ve tabi, Murat’ların manzaranın yarısını kuruması için asılmış olan çamaşırların kapattığı balkonunda içtiğimiz sigaralar. ( Pizza gecelerini saymıyorum bile. )
Ve Yıldız Teknik Üniversitesi geldi aklıma. Girişte verdiğim kimliğimi çıkarken unuttuğum günler. Otobüste öğrenci olmadığım için önce dışlanan, sonra alışılan olduğum günler. Karpuzlu sakızlı çiçek bahçeleri. İzzetpaşa otobüs durağı. Sevgilimin kaybolan cüzdanı. Benim kaybolan yıllarım.
Localı kafede içtiğimiz soğuk çaylar, bir türlü giremediğim üniversitenin interneti, Zafer’in netbook’u ( harbi nerde lan o netbook?? ), Kubilay’ın Ayşe’si. Benim Zeynep takıntım. Kağıthane siteleri. Hatta sitelerde bizi kovalayan köpekler. Kubilay’ın gizli kamerasını Büyük Ada’da kendi evimin anahtarları ile birlikte kaybetmem..
Gitarlı yüzüğüm. Gitarlı yüzüğüm.. Lafı geçmişken, 2 Temmuz gösteren o aşk dolu deli saçması çelikten yapılmış özel gün yüzükleri artık satılmasın.
Sonra babamın bırakıp konyaya gittiği günlerde Ahmet abimle bizim evde yeni televizyonumla yaptığımız Direniş şarkısı. Fatih abinin Ahmet abiye sarılırken çektiğim fotoğrafları..
Martılara simit atmak. Kimsenin haberi olmasın.. Gözlerinden düşen bir damla umut var biliyorum şarkısı. Akustik gitarla kayıt yaparken sokaktan geçen dikiş nakış diye bağıran araba.
Ve ilkokul yılları. Sıra arkadaşları. O zamanın karmaşık, şimdinin komik aşk hikayeleri. İlk içtiğim bira, ilk içtiğim şarap. Hatta ilk içtiğim sigara.. Kızlarla su savaşı yapanları izlemek. Voleybol hazırlıkları. 10 kullanımlık ilk sms paketim. Tuvalete düşen doğum günü hediyem, telefonum.
Balkonda dinlediğim Haluk Levent şarkıları. Çanakkale gezisinde camdan izlediğim yol ile birlikte İlhan İrem. Ta o zamandan gelen duygusallık. Ta o zamandan gelen ve artık hiç bir şey ifade etmeyen aşk. Ta o zamanlardan gelen umutsuzluk. Balkonda uyumalarım. Yaz günü çekirdek yediğim, sevgilimin kapısının önündeki kaldırımlar. Boş sözler, boş hevesler.
İlk klasik gitarım. Parmaklarımın ilk acıyışı. İlk nasırlarım. Nota öğrenmekteki ilk başarısızlıklarım. Yaptığım ilk web siteleri. MjTürkiye forumları.. Bilgisayar kafam. LimeWire’dan arkadaşlara müzik cd si indirmelerim.
Alperen’le gerçek dost olduğumuz zamanlar. Fifa 08 de kapışmalarımız. İnternet kafeler.. Imperial Glory Demosu.
Konfeksiyonda ortacılık yaptığım günler geldi aklıma sonra. Alperenlerin sokakta bayılan sevgilim. Çiçekli beyaz elbisesi. Akşamları tek tük gelen mesajlar, iki aralar bir dereler.. İlk Prestij sigaram ve babamların işyerinin ordaki ciğer dürümcüden yediğim mükemmel dürümler..
Mutlu olduğum zamanlar. Hatta, artık mutlu olmayacağım dediğim günden bir yıl sonra yaşadığım mutluluklar. Sevinçler.
Yılbaşları ve Beylikdüzü gelmez mi şimdi aklıma? Derya, Seyhan, kar topları.. Kubilay’ın Full HD video çekebilen fotoğraf makinası ve babamın teknosadan hediye aldığı tripod. Matkap bölümü.. “Nazım seni çok seviyor!” videoları. Mervan abinin ofis. Beşiktaş’dan binemediğimiz o vapur. Pizza yerken söylediğimiz yalanlar.
Ve metrobüs. Sabahları kahvaltıdan önce birkaç saatimi ayırdığım avcılar metrobüs hattı. Çağlayan adalet sarayı. Ve hatta adalet sarayının bahçesinde dik duran tek bir kaldırım parçası. Adliyeden çıkan silahlı adamların çatışmasından kaçmalarımız.
Hastayım dedikten sonra okula gitmeyip bana çorba yapmaya evime gelen sevgilimin çorbamı içirmesi. Prinç pilavının altını tutturması.. Kaldıramadığı eşşek yükü çaydanlıklarım. Babasının tanıdığı olan dişçisi ve o dişçideyken kırdığım Subway Surfers rekorlarım.
İşler güçler. Ahmet Kural şakaları. Hatta, “Hoşgeldin kadınım..” repliğinin bizim evde hayata geçirilmesi. Kırmızı şarapla “Sevdim bir genç kadını” eşliğinde yapılan, o sevimli duygusal ve dünyada hiç bir şeye değişilemez dans. Hiç bir zaman izleyemediğimiz, D&R’dan aldığımız korku filmi.
Kubilay’lı geceler. Kubilay’lı pes akşamları. Robben’le attığı kaçınılmaz goller. Salonumun ortasına Kubilay kusmaları. Temizlemek için ekip kurduğumuz odam. Köye evime kadar getiren Hakan abim. Yoldayken ısmarladığı kahvaltı. Bozulan sanrufu..
Vivaldi geceleri ve verdiğimiz aralarda vaktini benimle tartışarak, hayat enerjimi emerek geçirmek isteyen sevgilim. Bas gitarla başladığım, elektro solo gitar olarak ayrıldığım grubum Grup İstanbul ve Seçkin Abim. Kaçırılan metronomlar.. Mask Live’da bok olan Mahkum Savaşa şarkım. Yarı finalde kafasını lavoboya vurarak ayıltmaya çalıştığım canım kardeşim Kubilay..
Zeynep’le İstiklal’de durduk yere koşmalarımız. Yağmurdan etkilenmeyen ateş. Kağıthane hasbahçe akşamlarımız. Bekçi kulübesi.. Ekler.
Sevgilim ve Cevahir’de bindiğimiz Köpekbalığı! 21 Aralık kıyamet alametleri. Öğrenci akpili.. Karlı bir günde parkta kayılan kaydırak ve video çektiğim Kubilay’ın fotoğraf makinesi. ” İnsanlar bizi izliyor.. ”
*
Bir koku bu kadar geri götürebiliyor insanı. Sadece bir koku.
Tamamını yazarken 6 sigara içtiğim yazımın sonuna geldik. Benim de uykum geldi. Aslında uyuyup uyandığım için, tekrar uyumam gerektiği konusunda vücudum beni taciz ediyor. Ne kadar direnebilirim diye düşündüğümde, aslında düşünemediğimi farkediyorum. Neyse.
Başka bir yazıda görüşmek üzere ve bir başka yazı umarım böyle bir yazı olmaz.
Kendine iyi bak günlüğüm.
Merhabalar! Instagram kullanıcı adımı değiştirdikten sonra artık şu blog işine bi el atayım istedim ve yeniden...
Merhaba arkadaşlar. Uzun süredir bir şeyler yazmıyordum, zaten çok nadiren girip bir şeyler yazıp çıkıyorum an...
Öncelikle herkese merhaba! Çok uzun bir süredir bloğum aktif değildi ve artık bişeyler yazmak çizmek için tekra...
Bir süredir sık sık Macbook Air’i proje işlerinde ve sunumlarda kullanıyorum. Sizlere bu yazımda 2017 model ...
Merhabalar yeniden! Hemen her yazıya başlarken söylediğim gibi; epeydir bir şeyler yazamıyorum ama yeniden bir şe...
1994'ün Haziran'ında Beyşehir/Konya'da dünyaya gelmişim. O zamanlar, gerek tombikliğim gerek yeşil gözlülüğüm sebebiyle gören herkes tarafından el üzerinde ( hatta defalarca havaya atılıp tutulma gibi ) tutulmuşum.
Bebekliğim Konya'da bir köyde, çocukluğum İstanbul'da geçti. İstanbul'da başladığım iş hayatına doğduğum yer, Beyşehir'de devam ediyorum.
Uzun yıllar çeşitli firmalarda çalıştıktan sonra 2017’den beri kendi yazılım ve reklam şirketimi kurdum. Geliştirmeye ve değiştirmeye devam ediyoruz.